Tanrının bize vermiş olduğu en güçlü duygu değil midir aşk? Bir anda dünyan değişir, daha dün tanımadığın bir insan hayatının merkezine oturuverir. Seni senden alır. Ama nasıl olur bir anda tüm bunlar?
İçimizde bir eksiklik, boşluk adeta tamamlanmayı bekleyen bir şey vardır? İşte aşk tam da bunu yapar. Bir anda tam oluverirsin, her gün aynı olan dünya bir anda adeta rengârenk olur. O kadar şahanedir ki hissedilen duygular, bu sefer de bir anda kaybetmekten korkmaya başlarsın ve olası yokluğunda büyük bir acı alır yerini.
Tüm mutluluğumuzu karşımızdaki kişinin ellerine koyarız, artık o sorumludur bizi mutlu etmekten. Ne kadar büyük bir yüktür bu aslında karşı tarafa yüklenen. Bizden başka kimse bizi mutlu edemez. Mutlu olmak bizim kendi sorumluluğumuzdur. Ondan sonra başka bir insanı sevebiliriz, bizi mutlu etmesi, istediklerimizi yapması için değil, sadece sevdiğimiz için. Sonrasında beklentiler karşılanmamaya başladığında ki dünyada hiç kimse bizim beklentilerimizi tam da bizim istediğimiz gibi karşılayamaz, başlar şikâyetler.
Bu yüzden de “o” kişi aşk duygusunu yaratmamaya başladığında bitiriverir, hani beni seviyordunlarla? kalınır.
Aslında aşk; kişinin kendisine değil aşık olunan kişinin varlığının yarattığı duygunun kendisinedir.
Diyelim ki sihirli bir bardak var, eline aldığında aynen aşıkken hissettiklerini hissediyorsun, hatta daha da iyisini, tam bir mutluluk ve haz hali! Ne yaparsın? hep o bardak yanında olsun, onu kaybetmeyim istersin, başkasına vermeyim diye sımsıkı tutunursun!! Sen “o” bardağı sana “o” duyguyu hissettirdiği için istemektesindir. Aynen aşık olduğumuzda “o” kişinin bize hissettirdikleri gibi.
Peki neden başka biri değil de o kişi hissettir bunu, o tamamlanmışlığı, işte esas konu buradadır. Neyin eksikliğini hissediyorsak en çok ona çekiliriz. Sıcak gelen bir odayı soğutmak ya da tam tersi kış olunca soğukta ısıtmak gibi, ideal beden ısımıza dengelemek isteriz bulunduğumuz ortamın ısısını. İşte aynen kendimizi de bu şekilde dengelemeye çalışıyoruz. Farkında olduğumuz, çoğu zaman da olmadığımız eksikliklerimizi tamamlamaya çalışıyoruz. Fakat dualite dünyasında her şey gölgesi ile birlikte mevcuttur.
Eğer biz dengede değilsek ona göre yansımamızı çekiyoruz. Aşık olunan kişinin başta harika gelen özelliklerini, gölgesi tarafından yaşadıkça aşk hayal kırıklığına dönüşüyor. Maceraperest adamın sorumsuzluğu ciddi başarılı iş kadınını sinirlendiriyor, güçlü erkeğin kontrol ve baskıcı tavırları boğuyor, güzel ve çekici kadının güzelliği, kıskançlığa, yetersizliğe sebebiyet veriyor.
Kendimizi, ya bir ayrılığın acısında ya da canlılığını yitirmiş rutinin içinde belki daha da kötüsü kavga ve şiddet dolu, renkleri solmuş bir yaşamın içinde buluyoruz.
Ne yapacağız peki! Önce o dengeyi içimizde sağlamalıyız ki ona uygun birini çekelim hayatımıza. O sihirli bardağa dokunmadan o duyguları kendi içimizde yaratabilmeyi öğrenebiliriz. “O duygular zaten içimizdedir”, olmasaydı hissedemezdik. Aşık olduğumuzda, bir ilişki yaşadığımızda ortaya çıkan tüm sorunları, gölgelerimizle yüzleşme ve büyüme fırsatı olarak görmeliyiz. Karşı tarafı suçlamak yerine kendimize bakıp neden bu ilişkiyi hayatımıza çektik anlamalıyız. Gölgelerin derinlerindeki gizli çekmecelerimizdeki tozlu anıları, acıları, korkuları, endişeleri temizlemeliyiz. İçimizi ışıklandırmalıyız ki, içimizdeki coşku, mutluluk, neşe artsın, o zaman AŞK’ın kendisi oluruz.
Tabi ki bir anda olacak bir şey değil tüm bunlar, önemli olan bu yolculuğa başlamak, bu bilince farkındalığa ulaşmak.
Seans ve seminerlerimde anlattığım, çeşitli teknikler, süreçler var uygulayabileceğimiz, daha sonraki yazılarımda sizlerle paylaşıyor olacağım.
Bu arada hayatınızda her ne oluyorsa olsun; siz yine de AŞK’la kalın….