Dış dünyada yaşanan her savaş, iç dünyamızda yaşanan savaşın yansımasıdır. Tıpkı her bir insan bedenindeki her bir hücrenin bedenimizdeki farklı organlarımız ile bağlantıda olduğu gibi hepimizin birbirimiz ile bağlantıda olduğunu anladığımız zaman dünyayı dönüştürmeye başlayabiliriz.
Nasıl ki bedenimizde en ufak bir hastalık olduğunda, elimiz kesildiğinde ya da dişimiz ağrıdığında veya grip olduğumuzda bu acıyı ve hastalığı deneyimleyen tüm beden ise dünya ve üzerinde yaşayan tüm canlılar da aynı şekilde tek bir bedenden oluşur ve her şeyi hissederler.
Dünyada meydana gelen önemli olayların bilincimizde ve ortak bilinçte önemli etkileri oluyor. Kişi karşısındakini ancak kendi bilinci doğrultusunda algılar, kendi iç dünyasında o kişinin temsil ettiği nosyonlar vardır. Ona göre severiz ya da sevmeyiz, yakın veya uzak hisseder ya da yargılar veya hayranlık duyarız. Toplumda önde gelen ünlü bir kişi vefat ettiğinde işte bizim bilincimizde onun temsil ettikleri yeniden tetiklenir ve bu alanı yeniden değerlendiririz.
Tanrının bize vermiş olduğu en güçlü duygu değil midir aşk? Bir anda dünyan değişir, daha dün tanımadığın bir insan hayatının merkezine oturuverir. Seni senden alır. Ama nasıl olur bir anda tüm bunlar?
İçimizde bir eksiklik, boşluk adeta tamamlanmayı bekleyen bir şey vardır? İşte aşk tam da bunu yapar. Bir anda tam oluverirsin, her gün aynı olan dünya bir anda adeta rengârenk olur. O kadar şahanedir ki hissedilen duygular, bu sefer de bir anda kaybetmekten korkmaya başlarsın ve olası yokluğunda büyük bir acı alır yerini.
Star Wars is actually a movie about transformation and a call to wake up. Embedded into action, galaxies, aliens, it tells about the war between “Light and Dark”, showing us to wake up into our real existence. The reason why it is loved by so many is that our soul and essence already knows this truth. Through a fantasy movie it shows us the truth that we already know deep inside, that we are not alone in this universe and that life is not limited to our world. This way it is easier to accept even for rational minds.
Elimde değil, her şeye derin, meraklı ve inceleyen gözlerle bakıyorum. Hatta 20’li yaşlarımda gece hayatını inanılmaz sevdiğim, hatta neredeyse gece dışarı çıkmak için yaşadığım dönemde; ki o zamanlar ancak çok sıkıcı bulduğum bu dünyayı renkli hale getirdiğini düşünüyordum, neden belediye otobüsü gibi itiş tıkış bir yerde saatlerde ayakta durmak için deli gibi can atıyorduk gitmeye diye merak edip sorgulardım. Tabii ki o zaman ve zaman içinde birçok cevap buldum ama bugünkü yazım enginar üzerine :)
Regression is a therapy for the transformation of the subconscious mind. Although it is commonly known as a Past Life Therapy, it is also for the healing the past wounds in this lifetime. The word regression comes from being regressed back to the past, to the core of an issue and to release and transform the negative traces and effects of these past events that we don't need to carry anymore.
Every event and memory that we carry in our inner world will find its place in our external life. Our external world is only a reflection of whatever is happening inside of us. We can think of this as if looking at a mirror. As we look in the mirror to comb our hair or to do our make-up, we should look at the outside world in the same way. Otherwise, trying to change the outer circumstances people or events would be like trying to comb the mirror to fix our hair and since we won't be able to, getting angrier and blaming the mirror.
Bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla adım atarken, bir dönemin bitişi ve yeni bir başlangıç dönemi olduğundan bu duyguyu yoğun olarak hissederiz ve hayatımızı değerlendirme eğiliminde oluruz. Neredeydik, neler hedeflemiştik, neleri gerçekleştirdik veya gerçekleştiremedik. Yılbaşı bu sorgulama sürecini tetikler ve aslında bize bir fırsat verir fakat yeni yıla girip de birkaç hafta geçtikten sonra yine rutinin içine döner bir anlamda hayatımızda esen rüzgarla sürüklenip gideriz.
Dünyada en çok hayranlık duyduğum iki kişi, hayatımda beni en çok etkileyen kitap hakkında bir röportaj için bir araya geldiğinde olağanüstü bir röportaj izleyeceğimden emindim.
Yaklaşık 20 yıl önce ilk defa okuduğumda adeta büyülendiğim ve hayatım boyunca yoluma ışık tutmuş olan Simyacı’nın 25. Yıldönümü nedeni ile Oprah Winfrey’nın Paulo Coelho ile yaptığı röportajı mutlaka izlemenizi öneririm.
Benim bu yazıma ilham olan ise ilk defa bu röportajda öğrendiğim Simyacı’nın yayınlanma ve başarı öyküsü.
Bu hafta Turkcell’in gerçekleştirdiği “Türkiye’yi Büyüten Kadınlar Buluşması”na katıldım. Güler Sabancı’nın oldukça keyifli ve ilham verici konuşmasının ardından Cüneyt Özdemir’in yönettiği bir panel gerçekleşti.
Sensin küçük... sen... bu dünyayı değiştirecek. Ben kimim ki bütün bunları yazacak " sen sus küçükler konuşmaz" sözleri ile büyümedik mi?? Evet ben halen çok küçük değil miyim bunları söylemek için, koskoca filozoflar yazmışlar da çözememişler ben mi çözeceğim bu dünyanın sorunlarını, bulacağım sırlarını....
Hepimizin ruhunda derin bir özlem var, yapmak istediğimiz bir şey,
Belki çocukken bastırıldı, o kadar bastırıldı ki bu isteğinin farkında bile değilsin,
Sadece gerçek potansiyelimize dokunduğumuzda, tam olup parlamaya ve ışıldamaya başlıyoruz,
Bu nedenle kendini gerçekleştirmiş kişiler mutlu ve bütün hissediyorlar,
Potansiyelimizi gerçekleştirmek için bu dünyada bulunuyoruz, bize özel eşsiz özümüzü bütünün hizmetine sunmak ve ışık yaymak için...
Ya inandığın ve doğru sandığın her şey yanlış ise. Nerden biliyorsun gerçekten doğru olduğunu. Eğer Afrika'da bir kabilede doğmuş olsaydın da bugün aynı doğrulara sahip olacak mıydın yada başka bir yüzyılda, mesela 1300'lerde.
O zaman bugün seni sen yapan doğrular acaba sadece doğduğun andan itibaren sana verilen ve deneyimlediklerinin senin beyin süzgeçinden geçtikten sonra oluşan inançlarsa sadece.
Özellikle son zamanlarda her gün gazetelerde okulunu tarayan öğrenci, sevgilisini kesen genç gibi haberlerle karşılaşıp dehşete düşüyoruz. Bu çocuklar nasıl bu hale geldi, nasıl bir sapıklıktır diyoruz, fakat nasıl bir dünya yarattık ve ne etkiler altında kalarak bu hale geldiler ona bakıyor muyuz? Özellikle son yıllarda izlediğimiz filmlerin büyük bir çoğunluğunda öldürme, savaş, kavga var... Aksiyon adı altında bombalar patlıyor insanlar taranıyor...vahşi cinayet sahneleri, kopan kollar, bacaklar.... bunları izleyenler arasında da ufacık çocuklar, yaş sınırı konması bir şey ifade etmiyor, DVD, internet, TV varken artık çocukları engellemek mümkün olmaktan çıkıyor.
Dünyanın dengeyi bulması için belki de dualiteleri birleştirmemiz gerekiyor. Batı ve doğu, bilim ve din, madde ve maneviyat , ying ve yang (dişi ve eril), iyi/kötü, yanlış/doğru...... ama önce kendi içimizde birleştirmeliyiz. Kendi korkularımızı, kabul edemediklerimizi, yani gölgemizi.... Bizi rahatsız eden ne varsa onunla barışmalıyız.....dışımızda gördüğümüz her şey içi dünyamızın yansıması... biz yarattık bu dünyayı, bu düzeni.....
Küresel ısınma, global ekonomik kriz derken değişim rüzgarları esiyor.... Peki siz bu rüzgarın neresindesiniz? Rüzgarı arkanıza aldınız değişime uyum mu sağlıyorsunuz yoksa tam karşısına dikildiniz durdurmaya mı çalışıyorsunuz? Eğer öyleyse durdurmanız mümkün mü sizce ? Doğanın döngüsü içerisinde değişim kaçınılmaz değil mi? Bu değişim içerisindeki yerimiz nedir? Ya ben tek başıma ne yapabilirim mi diyorsun?