Dış dünyada yaşanan her savaş, iç dünyamızda yaşanan savaşın yansımasıdır. Tıpkı her bir insan bedenindeki her bir hücrenin bedenimizdeki farklı organlarımız ile bağlantıda olduğu gibi hepimizin birbirimiz ile bağlantıda olduğunu anladığımız zaman dünyayı dönüştürmeye başlayabiliriz.
Nasıl ki bedenimizde en ufak bir hastalık olduğunda, elimiz kesildiğinde ya da dişimiz ağrıdığında veya grip olduğumuzda bu acıyı ve hastalığı deneyimleyen tüm beden ise dünya ve üzerinde yaşayan tüm canlılar da aynı şekilde tek bir bedenden oluşur ve her şeyi hissederler.
Bizler, bu gerçeği anlamakta zorlanıyoruz, birbirimizden kopuk hissediyoruz. “Önce ben iyi olmalıyım, isteklerimi arzularımı gerçekleştirmeli kendimi korumalıyım” diyoruz. Ancak iyi olabilmemiz için öncelikle bütün bedenimizin sağlıklı olması gerektiği gibi dünya üzerinde yaşayan her canlının da iyi olması gerekir. Hafif sayılabilecek bir hastalıkta bile yatak döşek yatarak tüm günlük yaşamsal faaliyetlerimiz durabiliyor. Bu sebeple de beden hastalandığında tüm organizma bu parçasını iyileştirmek için çalışmaya başlıyor. Belki de bedenimizin ve doğanın çalışma sistemini örnek almalıyız.
Her gün milyarlarca insan işe gidiyor. Tüm işlerdeki öncelikli amaç bu dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek olsa, saatlerce süren toplantılarda ki ilk gündem maddesi her zaman bu konu olsa ve yapılan iş ne olursa olsun; bu hedefe yönelik olarak gerçekleştirilseydi acaba daha farklı bir dünyada yaşamaya başlar mıydık?
Her birimiz üzerimize düşeni keyifle, zevkle gerçekleştirsek, düzen ve sistem bu şekilde kurulmuş olsa nasıl bir dünya da yaşıyor olurduk?
Acı çeken, sıkıntısı olan her bir insanın sorunu bütünün, yani tüm dünyanın sorunu olarak kabul edilse, birlikte her sorunun aşılabileceğine, sevgi ile dönüşümün mümkün olduğuna inanabilsek, bu yönde bir adım atmayı dener miydik?
Bunu yapan şahane insanlar var, kendi çabaları ile büyük fark yaratan kişiler, bunların bir kısmı da gençler arasından çıkıyor. Engel tanımadan fark yaratmak için çalışıyorlar ve bunun mümkün olduğunu gösteriyorlar.
Hepimiz yapabiliriz, her gün, bugün ne fark yaratabilirim diye tek bir aksiyon bile alsak, davranışlarımızla, sözlerimizle, imkânlarımızla, yeteneklerimizle, bütünde yaratacağımız etkisi belki de tahmin ettiğimizin çok ötesinde olacaktır.
Dünyanın en önemli yaşam koçlarından birisi olan Anthony Robbins’in hayat hikâyesinde yaşamını değiştiren böyle bir deneyimi var. Çocukluğunda babası çok ciddi maddi sıkıntılar içinde olduğu bir Noel zamanı evde doğru düzgün yiyecek yemekleri bile yokken kapı çalınıyor ve birisinin kocaman bir hindi ve bir sürü yemeklerden oluşan bir hediye paketi gönderdiğini görüyorlar. Hediyenin kimden geldiği ise belli değil. Babası sadaka alamayacaklarını söyleyip kızıyor ve bu olay o çocuğun tüm hayata bakış açısını değiştiriyor. Babasından hep duyduğu “dünya çok kötü, kimse kimseye yardımcı olmaz” gibi negatif sözlerin üzerine, çok zorda oldukları bir anda kim olduğunu dahi bilmedikleri bir kişinin onları “umursadığını” görüyor ve bunun değerini kalbinin en derinlerinde hissediyor. Bu deneyimin etkisi ile hayat amacı, bu tanımadığı adam gibi başka insanların hayatlarında fark yaratabilmek oluyor. Bir seminerinde yaklaşık 5.000-10.000 kişiye ulaşan Anthony Robbins milyonlarca insanın hayatında hem işi, hem de sosyal sorumluluk projeleri ile büyük dönüşüm yaratıyor. Her hareketimiz düşüncemiz, eylemimiz Kelebek Etkisi gibi dünyayı değiştiriyor ama her şeyden önce biz kendi etki gücümüzün farkında değiliz, önce bunu anlamalı ve ufacık bir hareketimiz ile yaratabileceğimiz bütündeki farkı görmeliyiz. Wikipedia Kelebek Etkisini şu şekilde açıklıyor; bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Amazon Ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına kopmasına neden olabilir.
Her birimiz muhteşem güçte kelebekleriz, kanatlarımızı, hep beraber bu dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için çırpalım.